
[“Ben diktatör değilim,” diyen Tiran,] neşeye zaten pek yer olmayan zihninde insanoğlunun sadece konfor, emniyet, kısa çalışma saatleri, temizlik, doğum kontrolü ve sürekli sağduyu istemediğini güçlü bir biçimde hissediyordu.Erdoğan’ın “duygusal cazibesine” kapılan
Alev Alatlı’ya Orwell’ın cevabıdır
Hitler’in otobiyografik kitabı Kavgam’ın çevirisi İngiltere’de Mart 1939’da yayınlanır. 1 Eylül 1939’da ise Almanya Polonya’yı işgal eder. Korkulan olmuş, ihtimaller gerçekleşmiş, tüm duygusallıkların sonu gelmiştir. Ölüm artık geri gitmeyecektir. Hitler’de bir cevher bulanlar, modern endişesizler, iyimserler, savaşın vicdani retçileri savaşın ortasında durmaktadırlar. Hayatı boyunca ne Hitler’i ne de bir başka diktatörü alkışlamamış olan George Orwell, Mart 1940’ta, cehalet halesiyle kutsadıkları egolarının kalemşorları olan iktidar hizmetkârı bu türden entelektüellere Hitler’in kitabı üzerine kaleme aldığı kısa bir yazıyla cevap verir.
Hitler’in Mein Kampf [Kavgam]’ına Bakış
George Orwell
(New English Weekly, 21 Mart 1940)
Hitler’in Mein Kampf [Kavgam]’ının Hurst and Blackett [yayınevi -ç.n] tarafından tam haliyle ve Hitler yanlısı bir editoryal sunumla basımının üzerinden sadece bir yıl geçmiş olması zamanın nasıl hızla aktığının bir işareti olsa gerek. Kitaptaki önsöz ve notlardan çevirmenin niyetinin kitabın gaddarlığını örtmek ve Hitler’i mümkün olduğunca iyi ve yumuşak göstermek olduğu açık olarak anlaşılıyor. O tarihte Hitler hâlâ saygın biriydi. Alman işçi hareketini ezmişti ve mülk sahibi sınıflar, bu nedenle O’nu, yapacağı her şey için affetmeye fazlasıyla istekliydi. Sağ ve Sol, Nasyonal Sosyalizm’in sadece muhafazakârlığın bir başka sürümü olduğu sığ düşüncesinde hemfikirdi.
Sonra birdenbire Hitler’in o kadar da saygın olmadığı ortaya çıkıverdi. Bunun bir sonucu da Hurst and Blackett’in kitabı hemen yeni bir kapakla kaplayıp üzerine tüm kazancın Kızılhaç’a bağışlanacağını yazması oldu. Fakat aslında Mein Kampf [Kavgam]’ın kendisi bize Hitler’in hedef ve fikirlerinde gerçek bir değişiklik olduğuna inanmamızı zorlaştıracak bir çok kanıtı sunmakta. Birisi O’nun bir yıl önceki konuşmaları ile on beş yıl öncekileri karşılaştırsa, zihninin katılığı ve dünyaya bakışının hiç değişmemiş olması gerçeği karşısında şaşakalır. Bu, siyasetten ve güç mücadelesindeki geçici manevralardan pekte etkilenmeyecek, saplantılı birinin fikri sabiti. Hitler’in kendi zihninde Rus-Alman Paktı muhtemelen zaman çizelgesindeki küçük bir değişikliği temsil ediyor. Mein Kampf [Kavgam]’da yer alan plan önce Rusya’nın ezilmesiydi, ardından da İngiltere’nin ezileceği ima ediliyordu. Şimdi “ortaya da çıktığı üzere” İngiltere’nin halli öne alındı çünkü bu ikili arasında Rusya rüşvete daha kolay gelecek bir ülkeydi. Ama İngiltere aradan çıktıktan sonra Rusya’nın da sırası gelecek. Hitler’in meseleyi bu şekilde gördüğü çok açık. İşlerin planlandığı gibi yürüyüp yürümeyeceği de tabii ayrı bir konu.
Varsayalım Hitler planlarını uygulamaya koydu. Hayalini kurduğu şey, yüzyıllar boyu sürecek, içinde 250 Milyon Alman’ın yaşadığı (neredeyse Afganistan sınırlarına dayanmış), içinde genç erkeklerin savaş için eğitiminden ve ölüme gönderilmek için sürekli yeniden üretiminden başka bir şeyin olmadığı, korkunç ve beyinsiz bir imparatorluk. Peki, nasıl oldu da böylesine korkunç bir düşünce bu kadar rahat kabul gördü? Kolaylıkla, kariyerinin belli bir anında, O’nda, Sosyalist ve Komünistleri ezecek adamı gören sanayicilerin finansmanı sayesinde, denebilir. Lakin Hitler gerçekten var olan bir harekete ve kitleye hitap ediyor olmasaydı bu beyler O’na arka çıkmazlardı. Evet, Almanya’da durumun, yedi milyon işsizle, demagogların lehine olacağı besbelliydi ama Hitler rakiplerine karşı yine de kazanamazdı tabii eğer o Kampf [Kavgas]ı olmasaydı ―kaldı ki konuşmalarından birine tanık olan da kuşkusuz bu konuşmanın ağırlığıyla ezilirdi. Gerçek şu ki O’nda insanları derinden etkileyen bir şey var. O’nun sadece fotoğrafını gören biri de benzer şeyler hisseder, özellikle Hurst and Blackett’in bastığı kitabın kapağındaki Hitler’i kahverengi gömlekli günlerindeki haliyle gösteren fotoğrafı tavsiye ederim.
Dokunaklı, köpeği andıran bir surat; dayanılması zor hataların acısını çeken bir adamın yüzü. Sayısız defalar resmedilmiş olan çarmıha gerilen İsa portresinin, biraz daha erkeksi bir ifadeyle, reprodüksiyonu. Hitler’in de kendisini böyle gördüğüne pek kuşku olmasa gerek. Kainata karşı kininin başlangıcı ya da kişisel nedeni hakkında tahminlerde bulunulabilinir elbette ama nedeni her neyse, o kin orada duruyor. O mağdur, o kurban, o kayalara zincirlenmiş Prometeus; O yenilmesi imkansız canavarlarla tek kolla çarpışırken acı çeken kahraman. Öldürdüğü bir fare bile olsa, O, onu bir ejderhaya dönüştürerek pazarlamayı beceriyor. Onu gören biri, Napoleon’da olduğu gibi, onun kaderine karşı savaşan biri olduğunu hisseder; kazanamayacak ama yine de bir şekilde bu savaşı vermeyi hak eden biri hissi. Böyle bir görüntünün cazibesi tabii çok yüksek. Filmlerin yarısı bu tema üzerine çekiliyor.
O, hayata dair hedonist yaklaşımdaki yanlışı da fark etti. Son savaştan bu yana neredeyse tüm Batı düşüncesi, “ilerici” olanların kesinlikle tümü, örtük bir biçimde insanın acıdan kaçınmak, rahatlık ve güvenlik ötesinde bir şey istemeyeceğini varsaydı. Bu görüşe göre örneğin, yurtseverliğe ve askeri erdemlere hayatta yer yoktu. Çocuklarını oyuncak askerle oynarken gören bir sosyalist genellikle üzülür ama oyuncak askerin yerine ne koyacağını bulamaz; oyuncak pasifistler [barış yanlıları] maalesef pek işe yaramayacaktır. Hitler, neşeye zaten pek yer olmayan zihninde insanoğlunun sadece konfor, emniyet, kısa çalışma saatleri, temizlik, doğum kontrolü ve sürekli sağduyu istemediğini güçlü bir biçimde hissediyordu; Onların aynı zamanda, en azından ara sıra mücadele, acı, infaz davulları, bayraklar ve sadakat törenleri istediklerini biliyordu.
Fakat Faşizm ve Nazizm psikolojik olarak hayatın hedonist kavranışlarından çok daha ses getiricidirler. Aynı şey muhtemelen Stalin’in askerileştirilmiş sürümü içinde doğrudur. Her üç diktatörde güçlerini halk üzerine yıktıkları tahammül edilmesi zor yük sayesinde genişlettiler. Halbuki sosyalizm ve hatta gönülsüz bir şekilde olsa da kapitalizm insanlara “Ben size keyifli bir hayat teklif ediyorum,” dedi. Hitler ise onlara “Ben size mücadele, tehlike ve ölüm teklif ediyorum,” dedi. Sonuç olarak tüm ulus onun önünde diz çöktü. Belki bir süre sonra, önceki savaştan sonra olduğu gibi,bundan sıkılacak ve fikirlerini değiştirecekler. Birkaç yıl sürecek katliamlar ve açlığın ardından “Mümkün olduğu kadar fazla kimseye mümkün olduğu kadar fazla mutluluk,” iyi bir slogan olabilir ama şu anda kazanan slogan “Korku dolu bir son, sonu gelmeyen bir korkudan iyidir.” Şimdi üzerine bu iki alternatifi yazıp parayı havaya atan adamla savaşıyoruz ve onun duygusal cazibesini hafife almamalıyız.
Çeviren, Haldun Ünal (çeviri Mesele Dergisi‘nin Ocak 2015 sayısında yer almıştır.)
Bu yazı, Sonia Orwell ve Ian Angus editörlüğünde hazırlanan The Collected Essays, Journalism and Letters of George Orwell, Cilt 2, adlı yapıtta yer almaktadır.