Kapitalizmin Canavarları

Günümüz “yaşayan ölü”lerden biri de “ana akım kültürel çalışmaları”dır ve metafor ve mecazların gerçekle ilişkisi üzerine “ana akım kültürel çalışma” temsilcileriyle yapılan tartışmada açıkça “yaşayan ölü”lerden yana tavır alınmıştır.

Adorno gerçekten de “kültür konusunda faturayı ödeyecek” taraf derken arkadaşlar arasında hesabı kimin ödeyeceğinin ciddi bir sorun olduğunu ima etmiş olabilir mi?

Kapitalizmin Canavarları

Canavar ve Ölü: Burke, Marx, Faşizm

Andrew McCulloch

Mark Neocleous günümüzün en ilginç, özgün ve sıra dışı düşünürlerinden biridir. Onun Canavar ve Ölü kitabı gördüğümde kendisinin özellikle kural tanımazlığını takdir etmem yanında, şu sıralar Hitler’in karizmatik kariyerine olan ilgim de içimdeki okuma arzusunu tetikledi. Buna ek olarak, kitabın kapağındaki John Heartfield’a (kendisini altmışlı yıllarda ziyaret etmişliğim vardır) ait olan ve kitabın adına da çok uygun düşen fotomontaj da dikkatimi çekmeyecek gibi değildi.[2]

1933’de Heartfield tarafından tasvir edilen Hitler portresinde Hitler aynanın önünde durup sormaktadır “Ayna ayna söyle bana ülkenin en güçlüsü kim?” Aynanın içinde ise bir iskelete ait el Hitlerin aynaya yansıyan görüntüsünün boğazını sıkmaktadır.

Tabii bunların hiçbiri Canavar ve Ölü kitabının okunup incelenmesi için neden olamaz. Neocleous’un kitabı, “canavarlar ile ölüler hakkında ve ayrıca genel olarak politik düşünme hakkında yeni düşünceler, fikirler ve algılar üretmeye yönelik bir çabadır. Bu kitap canavar ve ölülerle olan ilişkilerimiz hakkında bir tartışmayı açmak ve bu tartışmaya katkıda bulunmak amacıyla yazılmıştır.”

Neocleous şunu öne sürüyor; ölü, canavar ve yaşayan ölü [undead] ile olan ilişkilerinin siyasal felsefelerin yapılanışındaki rolü o felsefelerin kavranmasına yeni ve taze bir bakış getirir.

(Türkçe baskının iç kapak tasarımında John Heartfield’ın
AIZ kapağındaki fotomontajı, başlık hariç, birebir kullanılmıştır.)

Neocleous’un sürekli olarak eleştirdiği “yaşayan ölü”lerden biri “ana akım kültürel çalışmaları”dır ve bu kitabın hoşluklarından biride sayfa 90-91’deki uzun dipnotunda, metafor ve mecazların gerçekle ilişkisi üzerine “ana akım kültürel çalışma” temsilcileriyle bir konferansta giriştiği hararetli tartışmada yazarın açıkça “yaşayan ölü”lerden yana tavır almış olmasıdır. Kitap sadece kültürel eleştiri üzerine durup düşünmeyi teşvik edici bir çalışma değil, aynı zamanda meseleyi (işkembe-i kübradan sallayarak değil) enine boyuna deşip kanırtan politik bir metin olarak da örülmüş. Bunların da ötesinde bu kitap, faşizme ve kapitalizme karşı verilen mücadeleyi de kazanmak üzerinedir.

Burke bu bağlamda başlıca muhafazakar düşünür olarak ele alınır; Marx, Walter Benjamin ile desteklenir ve Hitler, faşizm bölümünün merkezinde yer alır. Yazarın Burke ve Marx’ı (ve Benjamin’i) seçmesinin bir nedeni bu yazarların yazılarındaki figüratif dil zenginliğidir, tabii kimseyi şaşırtmayacağı gibi, Hitler’in aynı nedenle seçilmediği de çok açık. Neocleous yerinde bir tespitle şöyle diyor:

eğer edebi üslup politik varsayımlarla ilişki içerisindeyse, o zaman metafor seçimi önemli hâle gelebilir. (s. 32)

Bu derin ve insanı saran tartışmanın büyük bölümü hayranlık uyandırıcı, bilgece bir zenginlikle ve yaratıcılıkla dolu. Burke için canavar kaba, ham, tehditkâr ve saygın olmayan bir ayaktakımıdır ki bu örgütlü proletaryanın ortaya çıkışını simgeler. Neocleous Burke’nin çalışmasının gotik (korku) tarzın yükselişini etkilediğini ve onu edebiyatın genlerine soktuğunu belirtiyor ―ki bu ölümsüz ve canavar vampir tiplemesinin merkezi unsurudur.

Genel mahiyette olan husus şudur: Doğal düzen nasıl güya kendisinin ürettiği çeşitli canavarlar tarafından tehdit ediliyorsa, sosyo-politik düzen de yine kendisinin ürettiği çeşitli canavarlar tarafından tehdit ediliyor gibi görünmektedir. (…) Onun (Burke’un) canavarı, “doğal” düzenin “yapay” canavarlarca tehdit ediliyor göründüğü sezgisel bir yaşam görüşünü [vision] meşrulaştırmak için işe koşulmuştur. (s. 48)

Neocleous’un en büyük muhafazakârlardan birinin en karanlık düşlerine yaptığı dalış şu parlak tespitle sonlanıyor:

Gotik terimlerle ifade etmek gerekirse, proletarya burjuva düzeni yaşamasına gereksinim duyduğu için öldürülemeyen fakat ayaktakımı olarak mevcut istikrarlı düzenin içine de yedirilemeyen [assimilate] şeydir; temelden başıbozuktur. Bir canavar olarak, şanlı ve “güvenli” geçmişin içinde de eritilemez [assimilate]. Neden? Çünkü canavarlar; salt endişenin, haddin aşılacağı kaygısının ve rahatsızlığın [dis-ease] alameti olsalar da esas itibarıyla yaşayan ölülerdir [undead]. (s. 66-67)

Marx, Batı kültürünün tüm zenginliğine hakim, parlak ve hayal gücü olağanüstü bir yazardır fakat kullandığı çağdaş bir hayali imge vardır: Vampir ―ki Neocleous bunu, Marx’ın “politik iktisat eleştirisinin tam kalbi” olarak tarif eder. (s. 73)

Bu yine de basit bir metafor değildir:

 Zira Marx sadece sermaye ve vampirin kurbanlarının kanlarını emdikleri için benzer olduklarını söylememekte, sermaye ve ölüm arasındaki bağlantı ve bu bağlantının çağdaş toplumun süre giden metalaşmasındaki cisimleşmesi hakkında anlamlı öneriler de ortaya atmaktadır. (s. 90)

Bu metaforu sadece bir metafor olarak almak Marx’ı bir kültürel eleştirinin sınırlarına hapsetmek olur, hâlâ Weber gibi büyük bir düşünür olarak belki ama o kadar. Marx bundan daha fazlasıdır; onun bakışında “komünizmin, canlı emeğin (yani duyumsal insan varlığının) ölü emeğin (yani sermayenin) hâkimiyetinden kurtarılmasının ta kendisi”dir. (s. 100)

Marx devrimci arkadaşlarını Hz. İsa’nın şu sözleriyle yönlendirmekten keyif alıyordu “ölüleri kendi ölülerini gömmeleri için bırak.” Fakat Neocleous’a göre Marksizmin politik kavrayışında ölü’nün önemini geliştiren düşünür Benjamin’di. Neocleous’un aktarımıyla Benjamin şunu ileri sürmektedir:

 Ezilmiş atalar adına özgürleşmenin nihayete erdirildiği kefaretin temelinde, bir yandan nesiller arasındaki gizli anlaşma ve köleleştirilmiş ataların imgelerinin bileşimi, diğer yanda da (tarihsel bilginin derinliği ile doldurulmuş ve) muhafaza edilmiş sınıf nefreti vardır. (s.114)

 Bu, faşizm üzerine olan rahatsız edici bölümdür. Her ne kadar Hitler hâlâ hepimiz için önemli bir figür olsa da bu onu büyük bir düşünür yapmaz ve her ne kadar burada anti-semtizm ve vampirlik arasındaki kültürel ilişkiler üzerine etkileyici tartışmalar yapılıyor olsa da Neocleous yaptığı şu katkı ile tartışmaya özel bir nitelik kazandırıyor: “(…) canavarca ve vampirvari bir gücün ulusal istikrarı ve ırksal saflığı tehdidinden duyulan korku, faşizmin örgütleyici ilkesi hâline geldiğinde nihai ve can alıcı rolünü üstlendi.” (s.148)

Bu iddia “Hitler’in Dracula ile tanışıklığına dair bir kanıt olmamasına” (s.143) karşın ileri sürülmüştür ve “Hitler’in Nosferatu’yu seyredip seyretmediğini bilmiyoruz.” (s.145). İddia şu cümleyle daha bir ete kemiğe bürünüyor:

 Faşizm açısından ölüm de savaş gibi, yenilenmenin veya yeniden doğmanın temelidir: Ölüm dirilme yolunda önemli bir adımdır, kitlenin dirilişinin bir biçimidir, ölümsüzlüğü yakalamanın ve deneyimlemenin bir aracıdır. (s.182)

Neocleous’a göre Hitler’in Kavgam kitabındaki baskın unsur bu korkudur fakat faşizm için olumlu bir değerlendirme yapan Carl Schmit bu konudan sadece iki kez, o da geçerken bahseder. O’na göre Neocleous’un iddiasının aksine, Naziler ölümle bir aşk ilişkisi içinde değildir fakat korkuyla karışık bir şekilde şiddete tutkundurlar ve onu iktidarı ele geçirmek ve yarı-liberal demokratik Alman devletini Schmit’in tabiriyle “kararlılık ideolojisi (decisionism: bütün kararları toplumun iyiliği için devletin alması)”ne evriltmek için bir araç olarak kullanmaktadır. Neocleous Adorno’ya atfettiği bir açıklamaya iki kez döner. Hissiyat takdir edilir ama maalesef ifade aşağılanır. Adorno’dan şu ifadeyi alıntılar:

 Uygarlıktaki ilerlemenin hesabını üstlenenlerin sahip olduğu en temel insan haklarından birisi de hatırlanma hakkıdır. (s.19-109)

Fakat Neocleous bu duruma özgü olarak (Adorno’ya aitmiş gibi) Lenhardt’ın çok eleştirilen kötü çevirisinden yola çıkıyordu. Beni kızdıran ve Adorno’ya ait olduğunu tahayyül edemediğim alıntı özgün metinde şöyle geçer: “welche die Zeche der Kultur bezahlen” (Adorno, 1984a: 78). Yani, bir parça basit ya da daha birebir çeviriyle “kültür için hesabı ödeyen” ya da “kültür için bedel ödeyen,” anlamındadır. Hullot-Kentnor ilgili cümleyi şöyle çeviriyor: “Konu kültür için faturayı ödeyenlerin insan haklarına gelince mevzu kurnazca onaylama ve ideolojik toptancılığa havale edilir: Utancın lekeleri Mnemosyne’ye (Yunan bellek tanrıçası-aynı zamanda eğlencenin anasıdır) ithaf edilecektir.” Bunun hem duygu hem de içerik olarak Adorno’nun anlaşılması zor, metaforik metnini daha doğru yansıttığını düşünüyorum. Fakat bunun bu tip çözümlemelerde ciddi bir sorun olduğunu kabul ediyorum, metaforlar başka bir dile çevrilmesi en zor şeylerdir. “Zechegenossen”in “meyhane arkadaşı” demek olduğu doğru ama Adorno gerçekten de “kültür konusunda faturayı ödeyecek” taraf derken arkadaşlar arasında hesabı kimin ödeyeceğinin ciddi bir sorun olduğunu ima etmiş olabilir mi?

Bu ifade bir kez dikkatimi çektikten sonra aynı ifadeyle tekrar tekrar karşılaştım ve bu ifadeyi eğer bir metafor değilse bu kadar önemli kılan şeyin ne olduğunu merak ettim. Bana göre “ana akım kültür teorisi”ne fazlaca itibar göstermiş olsa da Neocleous bizi burada daha kitabın başından itibaren şu soruları sormaya davet ediyor: “Gerçekten doğru mu? Gerçekten böyle mi?”

Cevap evet olmalı bence ama sadece kısmen. Nitekim bazı kitaplar düşünmek için bir araçtır ve Canavar ve Ölü de onlardan biri. Kitabı okurken kendimi yazdığım başka konularla ilgili notlar alırken buldum. Bu kitap dahice ama tamamlanmamış bir proje, henüz ölüm’e ulaşmamış. Daha yapacak çok şey var. Örneğin neden sağ bizim bazı ölülerimizi çalıyor da biz onlarınkine hiç dokunmuyoruz ve ben burada geliştirilen tarzda bir çözümlemenin feminizme de uzanmasını çok arzu ederim doğrusu.

***

Bu yazı Capital & Class dergisinin Sonbahar 2006 tarihli 30 (3) sayısından alınan bu yazı, Haldun Ünal tarafından çevrilmiş ve 2Ocak 2015 tarihli Mesele Dergisi’nin 97. sayısında yayınlanmıştır..

[1] Mark Neocleous, Canavar ve Ölü: Burke, Marx, Faşizm, çeviren Ahmet Bekmen, h2o kitap, Ocak 2015.

[2] John Heartfield’in, Resimli İşçi Dergisi (Arbeiter Illustrierte Zeitung-AIZ) için yaptığı bu dergi kapağı, kitabın Türkçe baskısını yayınlayan h2o kitap tarafından iç kapakta kullanılmıştır.